BİR ŞİİR TAHLİLİ: ZİNDAN’DAN MEHMED’E MEKTUP
Yazımın ilk kısmında Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek, 1960 yılında hapisteyken yazdığı “Zindan’dan Mehmed’e Mektup” şiirini tahlil etmeye ve bir şair olarak o şiiri anlamak babında bazı hususları açıklamıştım.
Bilindiği üzere “Zindan’dan Mehmed’e Mektup” , Üstadımız Necip Fazıl’ın hapisteyken oğluna hitaben yazdığı bir şiirdir. Mehmed Kısakürek, Üstadımızın 5 çocuğundan en büyüğüdür. 1943 yılında İstanbul’da doğmuştur. Üstadımız bu şiirinde ilk kıtada;
Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta.
Halimi düşünüp yanma Mehmed’im!
Kavuşmak mı? Belki… Daha ölmedim!
diye başlayıp devam etmiştir.
(Şiirin ilk kıtalarını yazımın birinci bölümünde açıklamaya çalışmıştım. Kaldığım kıtadan devam ediyorum)
Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış…
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu.
Ana rahmi zahir, şu bizim koğuş;
Karanlığında Nur, yeniden doğuş…
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Müslüman dua, dua, dua ile görevlidir. Zindan’da dua, sarayda dua. Nerede olursak olalım her yerde dua. Bu bizim görevimizdir. Yıldızlar yere düşmüş, çünkü gökyüzümüz, birliğimiz paramparça edildi. Gözyaşlarımız bir sel gibi tarlaları dahi verimli, yemyeşil hale getirecek kadar çok fazla.
“Ana rahmi zahir, şu bizim koğuş. Karanlığında Nur, yeniden doğuş.” Zorluklardan, çilelerden yeni doğumlar ve yeni umutlar meydana gelir.
“Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!”
Müslüman insan, tembel tembel duramaz. Gerekirse boğuşur ve kazanır.
Bu mısralarda da umut ve hüzün içiçedir. Bu mısralarda mücadele ile sabır içiçedir.
Dualarla, sabırla bir sonuca ulaşılacaktır. İnsan nerede olursa olsun, isterse en ağır şartlarda, isterse zindanda, isterse ateş içerisinde olsun, kurtuluş için içinde, yüreğinde bir umut taşımalıdır.
Ve en son, en önemli mesaj şiirin en sonunda:
Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
Ey Müslüman! Sanma ki bu hüzün ve bu zor durum sonsuza dek devam edecektir? Asla ve asla devam etmeyecektir. Yarın elbet, elbet bizimdir. Müslümanlar yeniden bir asr-ı saadet yaşayacak ve en sonunda da ebedi huzura kavuşacaktır. “Gün doğmuş, gün batmış, hiç mühim değil, sonsuzluk (ebed) bizimdir.” Elhamdülillah.
Bizler ve bizden önceki ecdadımız zor günlerin, çileli devirlerin insanlarıdır. Adeta helaket ve felaket asrı denilen bir asrı yaşamışlardır. Osmanlı Devleti, sanki bir aç kurtların bir çiftliğe saldırması gibi, İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya, Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan gibi devletlerin saldırısına uğramıştır. Devletimiz paramparça edilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra son kale Anadolu’muz da işgale uğramıştır. Ecdadımızın çaba, çalışma ve birlikte mücadelesi ile işgalden kurtarılan Anadolu ve Doğu Trakya bize belki biraz huzur verse de, Misak-i Milli dediğimiz haritayı düşündüğümüzde Batı Trakya, Musul-Kerkük, Batum ve 12 Adalar bizde kalmadığı için boynumuz bükük kalmış ve birliğimiz tam olmamıştır.
Bu noksanlığın ve bu açıdan yaşadığımız hüznün yanında Cumhuriyetin ilk yıllarında dine ve dindarlara bakışta da hakim güçlerin olumsuz tavırları başta dindar alim ve yazarları incitmekle birlikte bir bütün olarak halkımızı üzmüştür. İşte o olumsuz tavra karşı tavır alan ve yazı ve şiirleri ile hakim güçlere meydan okuyan Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek yargılanmış, takip edilmiş ve hapsedilmiştir.
İşte o hapis günlerinde iki yazımızda tahlil etmeye çalıştığımız “Zindan’dan Mehmed’e Mektup” isimli şiirini yazmıştır.
O şiirde hüzün olduğu kadar umut da vardır.
Müslüman insana hüzün tek başına yakışmaz. Müslümana hüzün, umutla birlikte yakışır.
Bizde de hüzün olsa da, “felaket ve helaket asrından” gelmiş olsak da, dağılmış, dağıtılmış, birliğimizden kopartılmış olsak da umutluyuz.
Sonumuz aydınlık ve Nur’ludur.
Hayatımız inanın en güzel ve en huzurlu şekilde cereyan edecektir. Sesimiz daha gür çıkacaktır.
Bu vesile ile Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’i rahmet ve minnetle anıyorum. Üstadımız bu Dünya’ya o zor şartlarda, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki zulüm günlerine karşı şiir ve haykırış için özel gönderilmiş bir Dev’dir. Esasında şiirle ve fikirle zulme karşı duran herkes birer Dev’dir. Zaten şiirinde o Dev’den bahsetmektedir. Müjde vermektedir. Sevinç müjdesidir ki, bize yöneliktir.
“Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!”
Ahmet SANDAL