EY AYASOFYA! HÂLÂ TUTSAK KARDEŞİN MESCİD-İ AKSA!
Bu satırları 29 Mayıs 1453’ün yani İstanbul’un fethinin 571. yılında yazıyorum. Yazıyorum ancak içimde burukluk var. Esasında sevinç olması gerekir.
Çünkü İstanbul’umuzun fethinin yıldönümünü kutluyoruz. Üstüne üstlük Ayasofya da açıldı ve aslına döndürüldü. Ayasofya artık hür. Bilindiği üzere Ayasofya, Ayasofya Camii, 10 Temmuz 2020 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararıyla tekrar camii olarak ibadete açıldı. 1934 yılında yayınlanan Bakanlar Kurulu kararıyla ibadete kapatılan ve müze hale getirilen Ayasofya Camiin 86 yıllık mahzuniyeti ve Müslümanların 86 yıllık mahrumiyeti 4 yıl önce son buldu. Elhamdülillah. (Ayasofya’yı camii olarak hizmete açan tüm Devlet Yöneticilerini başta Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere kutluyor ve hepsine “Allah sizden razı olsun” diyorum)
86 yıl sonra Ayasofya’da ilk namaz 24 Temmuz 2020 Cuma günü kılındı. 24 Temmuz neyin yıldönümü? 24 Temmuz Lozan Antlaşmasının yıl dönümü.
Ayasofya’da 86 yıl sonra namaz kılınmasını ve ilk Cuma namazını Lozan Antlaşmasının yıl dönümüne denk getirmek, çok mühim bir akıl ve çok mühim bir mesajdır.
İstanbul’un fethinin yıldönümü arefesinde ve Ayasofya da kurtulmuş iken niye mahzunum?
Hemen bu soruya cevap vereyim. Hayatımda ta çocukluğumdan beri, benim için Ayasofya ve Kudüs davası çok mühim yer tutmuştur. Kendimi adeta Ayasofya ve Kudüs’e feda ettim. Canım feda olsun bu uğurda.
Ayasofya’ya kavuştuk. Bu canım bugünleri yaşadı, bu gözüm bugünleri gördü. Ne mutlu bize!
Kaldı Kudüs davası.
Kudüs Davası için de umutluyum elbette kazanacağız ve Kudüs, tekrar İslam’ın özgür bir diyarı olacaktır.
İnşallah, bu canım ve bu gözüm o günleri de yaşayacak ve görecek. Onun da vakti yakındır.
Hayatımda her daim “tevekkül, umut ve özgüven” önemli yer tutmuştur. Her daim vekilim Allah’tır. En zor anda umut var. Her şeyden önce bir şair olarak umutluyum.
Şairim, umutluyum. Benim hayattaki yolum hep bu çizgide olmuştur. Umutlu olsam da yine de içimde hüzün var. Sebebi Kudüs hâlâ tutsak.
Hüznümün sebebi belli. Ayasofya özgür olsa da hâlâ Mescid-i Aksa tutsak.
İşte bundan dolayı yazımın başlığında “Ey Ayasofya! Hâlâ Tutsak Kardeşin Mescid-i Aksa!” diye seslendim.
Mescid-i Aksa tutsak olduğu gibi, Filistinli kardeşlerimiz de maalesef, 7 Ekim 2023 tarihinden beri görülmemiş ve sürekli bir vahşet altındadır.
1948 yılında kurulan terörist siyonist İsrail, 7 Ekim 2023 tarihinden beri özellikle Gazze’de onbinlerce Filistinli kardeşimizi şehid etti ve yüzbinlercesini de yaraladı. İsrail değil sanki insan kıyma makinesi! Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir vahşet olabilir mi?
Arkasına aldığı şerefsiz ABD yöneticileri ve şerefsiz AB yöneticileri ile terörist siyonist İsrail, soykırım uygulamaktadır. Böyle bir soykırımı Hitler’i soykırımcı diye suçlayan şerefsiz alçak İsrailli yöneticiler işliyor. Ulan şerefsiz mahluklar Hitler sizden insaflıdır. Ulan alçaklar Hitler sizden daha merhametlidir.
Hitler’in 2. Dünya Savaşı’nda Yahudilere yaptığı güya katliam ve işkencelerin de, insanlara anlatılan ve gösterilen o hikayeler ile resim ve filmlerin de doğru olduğundan şüpheliyim. O da ayrı bir konudur. Şimdi onları konuşmayalım da günümüzde herkesin gözü önünde işlene zulüm ve katliamlara gelelim.
Terörist siyonist İsrail’in Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve tüm Bakanları İnsan Hakları Mahkemelerinde, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanında yargılanmalıdır.
Şerefsiz İsrail’in alçak Başbakanı Benyamin Netanyahu ve çetesi, 7 Ekim’den beri Gazze’yi adeta taş ve enkaz yığınına çevirdi. Çocukları hedef alan, sivilleri hedef alan bir çete bunu tüm insanlığın gözü önünde yapıyor.
Terörist siyonist İsrail’in yaptığı katliamlara sessiz kalan tüm yöneticiler Dünya’nın en onursuz yaratıklarıdır. Ben şahsi görüş ve düşüncem olarak “hayat kadınları eğer, geçimleri ve evlerinin iaşesi için bedenlerinden başka satacak bir şeyleri bulamadıkları için o kötü işi yapıyorlarsa, mecburlarsa, başka çareleri yoksa, merhamet ve şefkatle “Allah inşallah onları affeder” görüş ve fikrinde olan bir insanım. Bu görüş ve düşünceler içinde, “hayat kadınları”, terörist siyonist İsrail’in yaptığı katliamlara sessiz kalan tüm Devlet yöneticilerinden benim gözümde daha saygın ve daha onurludur.” Bunu bütün hançeremin yettiğince ve avazımın çıktığında haykırıyorum.
Yüreğim dolu ve hayattaki yaşadığım en çileli ve en hüzünlü günleri 7 Ekim 2023 tarihinden beri Filistin’deki Müslümanların çektikleri sıkıntılar ve kederle bağlamında yaşıyorum. Yapacak bir şey ve gidip de Filistin ve Kudüs için savaşacak bir yol bulamayınca ancak böyle haykırıyoruz.
Daha birkaç gün önce Refah şehrindeki bir BM kampını bombaladı terörist siyonist İsrail. Yine yüzlerce Filistinli masumu diri diri yaktılar.
Ve Dünya yine seyirci. Güya bizden olan ya da bizden sandığımız Devlet Başkanları ve yöneticiler tepki veriyorlar. Ancak kınıyorlar.
Kınamakla ne elde edilir ki?
Tamam, sessiz kalmayıp da bir tepki veriyor ve en azından birkaç paragraf önce belirttiğim onursuzluktan kurtuluyorlar. Bütün vahşete rağmen hiçbir tepki vermeyen güya Müslüman yöneticiler, koltuklarını kurtarsalar da onurlarını yitirdiler ve onlar için biraz önce belirttiğim hususu, biraz değişik bir ifade ile tekrar belirtiyorum: “Terörist siyonist İsrail’in yaptığı katliamlara sessiz kalan ve hiçbir tepki vermeyen tüm Devlet yöneticileri, benim gözümde hayat kadınları diye küçümsenen o zavallılardan daha fazla layıktır cehennem ateşine.”
Bu duygu ve keder yoğunluğu içinde yazımın başındaki sözü tekrarlayıp da huzurlarınızdan ayrılıyorum: “Ey Ayasofya! Hâlâ Tutsak Kardeşin Mescid-i Aksa!” Bir yardım e kardeşine. Seyirci kalma kardeşinin çilesine. Bigane durma kardeşinin kederine.
Bu duygular içinde en son olarak 29 Mayıs 1453, İstanbul’un fethinin 571. yılını tebrik ediyor, Hazreti Fatih Sultan Mehmed Han’ı rahmet ve minnetle anıyor, Fatih’in askerlerini aynı rahmet ve minnetle anıyor, cümlesinin ruhlarına fatiha hediye ediyorum. Allah cennetinde buluştursun. Amin.
Ahmet Sandal