MİLLETLERİN ZENGİNLİĞİ YA DA FAKİRLİĞİ ÜZERİNE DENEMELER -2
Ünlü İngiliz İktisatçı Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği kitabından hareketle “Milletlerin Zenginliği ya da Fakirliği Üzerine Denemeler” yazmaya kaldığımız yerden devam edelim.
Adam Smith, Milletlerin Zenginliği isimli kitabında, sermayeyi, emeği arttıran her şey ve emeğin daha verimli çalışmasını sağlayan bir etken olarak tanımlar. Alet, makine, toprak, gübre birer sermayedir. Smith’e göre sermayeye konacak bir vergi, üretimi azaltacak; böylece, hem devletin hem de toplumun faydasını azaltacaktır.
Evet, bu nokta itibariyle üretim faktörlerinden sermaye, emek ile aynı noktada buluşmaktadır. Emeğe güç katan, işini kolaylaştıran her şey sermayedir.
Adam Smith, sermayeye vergi konmasını istemez. Sermaye derken para anlaşılmasın. Alet, makine, fabrika, toprak, araç-gereç olarak bizzat üretim için elzem olan ihtiyaç maddeleri vergiden muaf olmalı ya da en az vergi yüklenmelidir.
Smith, sermayeyi ikiye ayırır: Sabit sermaye ve değişken sermaye.
Sabit sermaye: Binalar, gayri menkuller, sabit makinalar ve aletler gibi. Bu sermaye, elden ele dolaşmadan sahibine bir kâr getirir. (sabit sermaye, hiçbir şekilde kâr getirmez, sadece değerini parça parça üretilen metalara aktarır, bu metaların dolaşıma girmesiyle de değişim değerleri gerçekleşir ve böylece sabit sermayenin kullanılan kısmı tekrar sermaye sahibine kâr getirmeden geri döner.)
Değişken sermaye: Hammadde, satılacak mallar gibi sahibine el değiştirmeden dolayı kâr getirir. Nasıl ki para bir mal ile mübadele edilmedikçe bir fayda sağlamaz, mallarda el değiştirmedikçe fayda sağlamaz.
Bir ülkenin yıllık brüt geliri, yıllık toplam hasılasına eşittir.
Emek, ülkelerin zenginliğini oluşturan temel sermayedir. Üretim, sermayeye (tasarrufa) bağlıdır. Sermaye oluşturmanın ilk aşaması para elde etmektir ve bu sermayenin oluşması da tasarrufla mümkün olur.
Milletlerin fakirliğinin en büyük sebebi haksız vergilerdir. Çünkü haksız vergiler, üretimi köstekler, lüksü teşvik eder ve bu da fakirliğe sebep olur.
- Smith’e göre tasarruf, geciktirilmiş bir tüketimdir. Bugünün tüketimini yarına bırakmaktır. Smith’e göre bir ülkenin sermaye birikimi arttıkça zenginliği de artar.
Adam Smith emek kavramı üzerinde çok durur.
Smith, Fizyokratların tersine toprak yerine insan emeğini servetin kaynağı olarak görür ve işbölümünün sağladığı teknik imkanlarla emeğin üretiminin ve dolayısıyla da milli gelirin artacağını savunmuştur.
Smith’in teoriye en önemli katkısı tam rekabet altında kaynakların optimal (en verimli düzeyde) etkin dağılımı hakkında ilk analizi geliştirmiş ve artı değer kavramını Ricardo ile (kâr ile özdeş olduğu düşüncesiyle de olsa) birlikte kullanmış olmasıdır. İş bölümüne toplu iğne fabrikasını örnek gösterir. Bu örnekte, günde onlarla ifade edilecek sayıda üretim yapan bir fabrikanın iş bölümü sayesinde üretim sayısını nasıl binlere çıkardığını gösterir.
Ülkelerin serveti topraktan çok insan emeğine bağlıdır. Emek, ülkelerin zenginliğini arttıran temel etkendir.
Emek özellikle iş bölümünde aktif rol oynar. Gelişmiş ülkelerde emeğin sermaye birikimini sağlamada önemli bir katkısı olmuştur.
Smith, servetin kaynağının emek olarak savunduğuna göre, bir ülkenin yıllık emeği, bütün malları meydana getiren emek toplamıdır.
Smith’e göre her şey fiyata bağlıdır. Üretim miktarı, maliyetler her şey fiyatla ilgilidir. Faktörlerin dağılımı fiyatlara göre olur. Ücret bir fiyattır; emeğin bir fiyatıdır. Ücretler, işverenler ile işçiler arasında yapılan sözleşmelerle belirlenir. Ancak Smith, bu sözleşmelerde işverenlerin işçilerden daha baskın olduğuna dikkat çeker. İşverenler ücretleri düşürmek, işçiler ise yükseltmek ister. Smith’e göre ücretler işçinin ve ailesinin geçimini sağlayacak düzeydedir. Yüksek ücret işçi sayısını arttırır, düşük ücret azaltır. Her şeye rağmen tam rekabet şartlarında ücret asgari ücretin altına inmez.
Emek talebi arttığında, kısa dönemde emek nadir olduğundan ücretler artacaktır. Fakat ücretler ona ayrılan fonlara bağlıdır. Emek talebinin artması, milli gelirin gittikçe artmasına, bu da kişi başına düşen milli gelirin yani büyümenin olduğuna işarettir. Milli gelir arttıkça yükselen ücretler, ülkenin gittikçe zenginleştiğini gösteren bir göstergedir.
Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği adlı kitabında en ünlü bölüm iş bölümüyle ilgili olan ilk bölümdür.
- yüzyılda yazılmış olmasına rağmen bugün için bile çok doğru gelmektedir. Smith bu bölümde iş bölümünün üretimi nasıl arttırdığını toplu iğne üretimiyle ilgili bir örnekle açıklar. Tek bir kişi, yapılması için on aşaması olan bir iğneden günde sadece on tane yapabilmektedir; fakat her aşamayı yalnızca bir kişi yapsa yani on kişi çalıştırsak bir günde üretilen iğne sayısı 4800’e çıkıyor; ama her biri her aşamayı yapsaydı sadece 100 iğne üretilecekti. Bu demek oluyor ki, iş bölümü iğne üretimini 48 kat arttırmış. Ayrıca işçinin belli bir aşamada uzmanlaşması o teknolojiyi kullanmanın yeni yolları bulunarak arttırılabilir, bu da daha hızlı üretime sebep olur.
Uluslararası bakımdan iş bölümü, dünyayı çok geniş bir atölye haline getirmiştir. Bu atölyede emek en elverişli yere gidecek, en az zamanı gerektiren faaliyetleri arayacaktır. İş bölümü üretimi arttıracağından dolayı piyasaların genişlemesini ve büyük piyasaları zorunlu kılacaktır.
- Smith’in iş bölümünü kullanarak uluslararası iktisada en büyük katkısı Mutlak Üstünlük(İngilizce: Absolute Advantage) teorisi olmuştur. Bu teoriye göre bir ülke hangi malı daha ucuza üretiyorsa kaynaklarını o mala tahsis etmelidir; böylece, üstün olduğu malda daha etkin üretim yapabilmektedir. Bu yolla tüm ülkeler birbirlerine muhtaç olmaktadır ama bu sayede üretim çok fazla artmaktadır.
Adam Smith’e göre para bir mübadele aracıdır. Üretim arttıkça mübadele edilecek daha fazla mal olacağından daha fazla paraya ihtiyaç duyulacaktır. Bir ülkenin fazla parasının olması servet artışı olduğunu göstermez; fazla para oluşu fiyatların genel düzeyini arttırır.
Piyasada fazla para bulunması, servet artışını simgelemez. Aksine ülkedeki fazla para insanların ellerindeki parayı arttıracağından ötürü, genel olarak fiyatlarda bir artış olacak, bir ailenin geçimi için daha çok para gerekecek ancak fiyatların ve ödenen ücretlerin artmasından ötürü ülkenin servet varlığında herhangi bir etkiye yol açmayacaktır.
Smith’e göre paranın değeri de öbür malların değeri gibi ölçülür. Değer, emeğe bağlıdır. Malın da paranın da değeri ona harcanan emeğe bağlıdır.
Bu sebeplerden dolayı emek mübadele değerinin gerçek ölçütüdür. Yani sonuç olarak malların mübadele edilmesi aynı zamanda emeğin mübadele edilmesi anlamına gelmektedir. Emek, değeri kendine eşit emek değeri ile değiştirilecektir. Bu bakımdan bakıldığında; gerçekten mübadele edilen altın, gümüş, para, döviz değil emektir. Güçlükle elde edilen mallar pahalı, az emek harcanarak üretilen mallar ise daha ucuz olur.
Özetle söylemek gerekirse, iktisatta kural şudur: Milletlerin zenginliği için emek, sermaye, girişimcilik ve toprak, yerli yerinde kullanılmazsa, sermayenin üretime yönelik kısmı vergi, bürokrasi ve benzeri engellerle darboğaza sokulursa, zenginlik yoktur, zenginliğin olmadığı yerde fakirlik vardır.
Normalde her Ülke zengindir. Ülkeleri fakir hala getirenler yanlış politikalardır. O politikaların da başında vergi ve bürokrasi gelir.
Ahmet SANDAL