Pislikten çıkanlar, pislikten kurtulanlar, pisliktekilere daha çok merhamet ederler ve başkalarının da o pisliğe düşmemesine daha fazla çaba gösterirler.
Bohem hayatının, şuursuz hayvan gibi hayatın içinden, o rezil durumdan Allah’ın yardımıyla kurtulanlar, tekrar o rezil hayata dönüp de bakmazlar.
Bu anlattığım durumdan kurtulup da normal insani hayata dönen binlerce, yüzbinlerce insan vardır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında bu kurtuluşu gösterenlerden en meşhuru Necip Fazıl Kısakürek’tir.
Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek gençlik yıllarında oldukça süfli, “bohem hayatı denilebilecek günü yaşama, zevk ve eğlence peşinde koşma, kumar gibi kötü alışkanlıklar içinde boğuşma” şeklinde özetlenebilecek bir hayatı maalesef yaşamıştır. Bu hayattan kurtulmak kendisine nasip olduktan sonra o eski günlerine dönüp de bakmamıştır.
Tabi her dönüş yapıp da İslamî hayat yaşayan herkesin başına gelen Üstadımızın da başına gelmiştir. Kendisine eski arkadaşları ve özellikle de laik, dinsiz, zındıka cenahı eleştiri ve hatta şiddetli şekilde sözlü hakaretlerle saldırı yöneltmiştir.
Bu saldırılar karşısında Üstad Necip Fazıl yalnızca şöyle seslenmiştir: “Benim geçmişim bir çöplüktür ve çöplüğü ancak kedi ve köpekler karıştırır.”
Evet, Cumhuriyetin ilk yıllarından gelelim Cumhuriyetin bu yıllarına, yani günümüze.
Eski hayatları lüks, şatafat, eğlence ve günü yaşayıp geleceği düşünmeden geçip de sonradan dönüş yapan ve eski hayatına bir daha dönüp de bakmayan iki sanatçımızı bu yazıda anlatacağım.
Yazımın başlığında gördüğünüz isimlerden de anladığınız üzere bu iki Hanımefendi, Tuğçe Kazaz ve Gamze Özçelik’tir.
Yazımın başlığında “diğerleri” geçmektedir.
Ben bu yazıda esasında “diğerleri” tabiriyle “bir kısım pısırıkları” şiddetle tenkit edeceğim.
O “bir kısım pısırıkların tamamı erkektir.”
Öncelikle Tuğçe Kazaz ve Gamze Özçelik Hanımefendilerin özellikle sosyal medyadaki ve genel olarak medyadaki İslamî tebliğ ve çağrılarını çok faydalı ve manalı buluyorum.
Allah her iki Kardeşimizden razı olsun. Yolları açık olsun.
Ben asla şu düşüncede olmadım ve olmam.
“Bir kişinin seçmiş olduğu bir yeni hayatı değil de eski hayatındaki yanlışlıklarını öne çıkarmak ve devamlı surette pişmiş aş gibi karşısına çıkartmak.” Ben bu şekilde davranıp da insanların eski hayatlarını gündeme getirenlere karşı şiddetli bir karşı duruşa sahibim.
Bırakın Kardeşim bırakın. Bir saniye önceki hayatımı beğenmiyorsam ve yeni bir hayat için kendimi iradeli ve kararlı buluyorsam, beni bırakın.
Eski yanlışlarımı, eskiden yapmış olduğum hataları bırakmış ve yepyeni bir hayat seçmişsem bırakın Kardeşim bırakın da yolumda devam edeyim.
Bunu yapmayıp da doğru yolu seçmiş bir insanın eski yanlışlıklarını devamlı gündeme getiriyorsanız, kusura bakmayın siz şeytandan daha aşağılık mahluksunuz. Yanlışın, hatanın neresinden dönerseniz, kurtulursunuz. Durum bu kadar açık ve nettir.
Evet, sosyal medyada görüyoruz ve esefle müşahede ediyoruz. Özellikle Tuğçe Kazaz Hanımefendinin üzerine çok gidiliyor. Eski hayatını gündeme getiriyorlar. Zındıka takımı, laik cenah, dinsiz kesim maalesef bir kişinin yeni İslamî bir hayat seçmesini içlerine sindiremiyorlar.
Zındıklar, laikler ve dinsizler istemese de Allah iyilerin, doğruların kurtulmasını sağlayacaktır. Allah kendisinin yoluna yönelenlere hidayet edecektir, bunu zındıklar, laikler ve dinsizler istemese de.
Tuğçe Kazaz ve Gamze Özçelik Hanımefendilerin yaptıkları hizmetlerin Hakk (cc) katında makbul olmasını ve kendilerine Yüce Rabbim’in (cc) Dünya’da ve Ahirette sonsuz mükafat nasip etmesini niyaz ediyorum.
Buradan gelelim “bir kısım pısırıklara!”
Tuğçe Kazaz ve Gamze Özçelik Hanımefendinin dillendirdiği gerçekleri, erkek olarak doğmuş olduğu halde, erkek gibi davranıp da haykıran kaç erkek yazar var bu Ülkede?
Vallahi onları görüp de izledikçe tiksiniyorum.
Kimden mi tiksiniyorum?
Daha da açık yazayım o takdirde.
Dinin kaymağını yiyen, dindarlara seslenip de yüzlerce kitap yazıp on binlerce basılan kitapları olan ancak İslamî gerçekleri haykırmakta korkaklık gösteren yazarlardan tiksiniyorum.
O yazarlar ki “dinden geçiniyorlar.” Hepsine de yazıklar olsun.
İslamî gerçekler dediğimde de ne anlaşılıyor?
İslam neyi emrediyorsa onu haykıracaksın.
“Kem-küm etmeyeceksin.”
Bir gün laik, bir gün İslam olmayacaksın.
“Laikliğin İslam ile alakası olmadığını haykıracaksın.” (Laiklik yalnızca bu Dünya meselelerine kendine göre çözüm getiren bir anlayışın adıdır. İslam’ın derdi, İslam’ın çözüm getirdiği konular yalnızca bu Dünya mıdır? İslam bu nedenle laiklikle asla bağdaşmaz)
Cumhuriyetin ilk yıllarında İslam’a ve Müslümanlara yapılan zulmü lanetleyeceksin.
Daha neler neler haykıracaksın korkmadan.
“Şunu söylersem bana şöyle saldırırlar, şunu söylersem beni şöyle eleştirirler” demeyeceksin. Allah yolunda kınanmaktan ve zorluğa düşmekten asla ve asla kaçınmayacaksın.”
İşte bunları yerine getirmek ve İslamî davada cesurca hareketler pısırıklara nasip olmuyor da, tarihte Necip Fazıllar’a ve günümüzde de Tuğçe Kazaz’lara, Gamze Özçelik’lere nasip oluyor.
Her üçü de de yanlıştan dönmüş ve her üçü de İslam’ı sonradan bilerek ve şuurlu bir şekilde seçmiş.
Allah cümlesinden razı olsun.
İşin garip tarafı Cumhuriyetin ilk yıllarında daha şedid ve daha baskıcı dönemde, demokrasinin olmadığı yılalrda İslam’ı Necip Fazıl başta olmak üzere onlarca erkek yazar savunurken, çileyi ve hapse girmeyi göze alırken, şimdilerde özgürlük ve demokrasi ortamında erkek yazarlardan bir Necip Fazıl denginde ya da O’na yaklaşan dahi birinin mevcut olmamasıdır. Bu ahvalde görev, Tuğçe Kazaz ve Gamze Özçelik’e düşüyor. (Tabi burada parantez içerisinde bir Mustafa Armağan aklıma geliyor. Kendisi oldukça güzel ve yerinde yazılarla gerçeğe ışık tutuyor. Allah razı olsun. Başka da gerçeği haykıran yazar var mıdır bilmiyorum)
Ne diyelim hayırlısı olsun. Bunda da hikmet vardır.
Yazımı bir ayet-i kerime meali ile taçlandırıyorum:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, O onları sever, onlar da O’nu severler. O toplum mü’minlere karşı alçak gönüllü, Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenlere karşı, onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah lütfunda sınırsız olup, her şeyi bilendir.” (Maide Suresi, 54)
Ahmet SANDAL