PEYGAMBERLER VE BİZ

Bediüzzaman Said Nursi Üstadımız, Hz. Yunus Aleyhisselâmın Kur’an-ı Kerim’de geçen “Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn” “Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü noksanlıktan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum” (Enbiyâ Suresi, 87) münacaatı ile ilgili olarak şöyle tespitlerde bulunur. Yunus Peygamber bir gemiye binmiş yolculuk ederken denize atılmış, büyük […]

Bediüzzaman Said Nursi Üstadımız, Hz. Yunus Aleyhisselâmın Kur’an-ı Kerim’de geçen “Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn” “Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü noksanlıktan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum” (Enbiyâ Suresi, 87) münacaatı ile ilgili olarak şöyle tespitlerde bulunur. Yunus Peygamber bir gemiye binmiş yolculuk ederken denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı, hava karanlık ve gece dağdağalı ve her taraftan ümit kesik bir vaziyetteyken yukarıdaki münacaatta (duada) bulunmuştu. O duadan sonranecat (kurtuluş) bulmuştur. “O vaziyette bütün dünyevi sebepler boşa çıktı ve tesirsiz kaldı.  Çünkü o halde Yunus Peygambere kurtuluş verecek öyle bir Zat lâzım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem fırtınalı havaya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve balık ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı. Demek sebeplerin tesiri yok.”

Üstad bu tespitlerden sonra konuyu, Bizim insanlık olarak içinde bulunduğumuz duruma getiriyor ve şöyle sesleniyor:

“İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz gaflet içinde, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu içinde bulunduğumuz Dünya zeminidir. Ve bu zeminde herkesi ölüm bekliyor. Heveslerimiz birer kocaman balık olmuş bizi yutuyor.  Heveslerimiz ahiret hayatımızı mahvediyor. Hayatımıza kasteden bu kocaman balık (nefis denilen ejderha) daha berbattır. Çünkü Yunus’u yutan balık yalnızca vücudunu ortadan kaldırırken, bizim mahvımıza sebep olan bu balık (nefis ejderhası), daha zararlıdır. Çünkü Yunus’u yutan balık yalnızca yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim nefsimize ve hevamıza uymamız ise (maazallah) ebedi hayatımızı mahveder.”

Allah’ın yardımı olmasa, biz nefis ve heva dediğimiz o balığın yutmasıyla karşılacağız ve mahvolup gideceğiz. Biz yalnızca inayet-i Rabbani ile kendimizi sağlam ve güvende hissederiz. Elhamdülillah.

Evet, Yunus Aleyhisselamın bu kıssasından ders almak gerektiği gibi, Yusuf Peygamber’in kıssasından da ders almak gereklidir. Yusuf Peygamber’i (as), ya kıskandılar ya da hor gördüler.

Küçük bir şiirimde “Yusuf Gibi Ol” başlığı altında şöyle seslendim:

Yusuf’u da kıskandı kardeşleri,

Bir kuyuya attılar.

Yusuf’u da hor gördü kervancılar,

Değersiz bir paraya sattılar.

Ah, ah, Yusuf’a ne tuzaklar çattılar.

Yalan ve hilelerine,

Nice yalan ve hile kattılar.

Hepsi de gün geldi,

Yerin dibine battılar.

Utançlarından.

Sen de Yusuf gibi dosdoğru ol.

Sen de huzuru doğrulukta bul.

Asla taviz verme.

İnançlarından.

Akıbet doğrularındır.

Az kaldı.

Evet, bu Dünya’da iyiler ile kötülerin ezelden ebede savaşı ve çetin mücadelesi vardır. Kötü dediğimiz insanlar bazen uzakta değil, en yakınımızdan olabilir. Kardeşimiz dahi bize karşı gelebilir. Kıskançlık, hased öyle tehlikeli, öyle zararlı bir şey ki, kardeşi kardeşe düşman eder.

Siz de yakın çevrenizde, kardeşler arasında, akrabalar arasında birbiriyle geçinemeyen ve haset içinde olanları mutlaka müşahede etmişsinizdir.Kısa vadede hasetçiler, kötüler kazanmış gibi görünse de uzun vadede her daim iyiler kazanır. Evet, iyiler ile kötülerin mücadelesinde, görünüşte, “iyiler kaybediyor gibi görünse” de esasta kazananlar hep iyilerdir. Yusuf Peygamber de kazandı. Eski Mısır’ın en büyük görevine atandı ve sabrının, doğruluğunun mükafatını bu Dünya’da gördü. Evet, tekrar ediyorum, iyiler ve doğrular kısa vadede kaybediyor gibi görünse de, uzun vadede kazanmaktadır.

Hz. Nuh Aleyhisselamın kıssasında da bizim için ibret ve hikmetler vardır. Nuh Peygamber (as) 950 yıl yaşadı ve bu süre zarfında kavminden belki de beş – on kişiye hidayete vesile oldu. Kavminin, Nuh Peygambere tabi olmaması ve O’nu reddetmesi, Nuh Peygamberi asla yıldırmadı ve yolundan vazgeçirmedi. Biz de doğru yolda, iyilik yolunda tebliğimizi yılmadan yapacağız ve “kim tabi oluyor, kim tabi olmuyor”, asla bunu düşünmeyeceğiz. Bizim görevimiz yalnızca tebliğdir. Hidayet Allah’tandır.

Hz. İbrahim (as) kısasında da büyük örneklik vardır. Hz. İbrahim (as) akılcılığı ve araştırmayı hayatının mihveri yapmıştır. Bir yaratıcıya inanmış ve O’nun (cc) ne olacağını araştırmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu husustaki ayet-i kerimeler aşağıdadır: “Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü. “Rabbim budur” dedi. Yıldız batınca da “Batanları sevmem” dedi. Ayı doğarken görünce, “Rabbim budur” dedi. O da batınca, “Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yolunu şaşırmış kimselerden olurum” dedi. Güneşi doğarken görünce, “Rabbim budur; zira bu daha büyük” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! ben, sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” “Ben, O’nun birliğine inanarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (En’âm Suresi, 76-79)

Hz. Musa (as) ile Hz. Hızır’ın (as) yoldaşlığında da bize büyük bir örnek ve ibret sahifeleri sunulmaktadır. Bir kişi Peygamber de olsa, kendisine ilim ve hikmet verilen bir alim kişiye tabi kılınabiliyor. Allah ilmi ve hikmeti dilediğine verir. “O, dilediğine hikmeti verir ve kime hikmet verilirse o kimse birçok hayra nâil olmuş demektir. Bunu ise ancak derin kavrayış sahibi olanlar düşünüp anlarlar.” (Bakara Suresi, 269) Buradan yola çıkarak biz, kendisine yalnızca ilim verilenlere değil, ilim ve hikmet verilenlere tabi olmalıyız. Evet, hikmet, ilmi de kapsar. Kendisine hikmet verilenler, aynı zamanda ilim sahipleridir. Biz öncelikle hikmet sahipleri kişileri bularak onlara tabi olmalıyız. Zira, Peygamberler dahi hikmet sahibi zatlara tabi olmuşlardır.

Hz. İsa (as), Babasız bir şekilde Dünya’ya getirilmiştir. Allah (cc) kudretini öyle göstermiştir ki, bir insanın Babasız da olsa Dünya’ya gelebileceğini, Allah’a göre her şeyin kolay olduğunu göstermiştir. “Melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ Mesîh’tir, dünyada da âhirette de itibarlı ve (Allah’a) yakın kılınanlardandır.” (Al-i İmran Suresi, 45) Hz. İsa (as) Mesih’tir, hem Dünya’da, hem de itibarlı mevkidedir.  Biz de Yüce Rabbimiz (cc) dilediği takdirde, kudretini gösterdiği takdirde, hayal dahi edemeyeceğimiz mevkilere gelebiliriz. Yeter ki O (cc) kudretini bizim için göstersin. Olur inşallah.

Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) bizler için şefkati, merhameti ve şefaati temsil eder. Öyle bir Peygamberdir ki Sevgili Peygamberimiz, bize Annemiz ve Babamızdan daha yakın ve daha şefkatlidir. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade ediliyor: Andolsun, size içinizden, sizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki bir sıkıntıya düşmeniz pek ağır gelir ona, pek düşkündür size, müminleri esirger, rahimdir”. (Tevbe Suresi, 128) Mahşer meydanında herkes nefsi, nefsi diye, yalnızca kendisini kurtarmayı düşünürken, bizim Peygamberimiz “ümmeti, ümmeti” diyerek, öncelikle bizlerin kurtuluşumuz için Yüce Mevla’dan (cc) talepte bulunacaktır. Var mı bundan ötesi!

Evet, bu hayatta tek güvencemiz Allah ve Peygamberler’dir. Peygamberlerin gösterdikleri Yol’da yürüdüğümüz takdirde mesele yoktur. Bizim minvalimiz budur. Bizim ahvalimiz bu olmalıdır. Vesselam.

Ahmet SANDAL

Exit mobile version