SIRF DUA İLE BAŞARI OLMAZ VE PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALAR

SIRF DUA İLE BAŞARI OLMAZ VE PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALAR Sırf dualarla zafer elde edileceğine bu Ümmeti kim inandırdıysa, bu Ümmete en büyük ihaneti onlar yaptı. Kardeşim sırf dua ile olmaz. Siz sırf dua ederek ve hiç ders çalışmayıp en yüksek puan alarak üniversiteyi kazananı hiç gördünüz mü? Ben görmedim. Zaten kimse de görmedi. Dua […]

KAHRAMANMARAŞLI ŞAİR YAZAR AHMET SANDAL 2021 YILINDA ON KİTAP YAYINLADI

SIRF DUA İLE BAŞARI OLMAZ VE PARAYI VEREN DÜDÜĞÜ ÇALAR
Sırf dualarla zafer elde edileceğine bu Ümmeti kim inandırdıysa, bu Ümmete en büyük ihaneti onlar yaptı.
Kardeşim sırf dua ile olmaz. Siz sırf dua ederek ve hiç ders çalışmayıp en yüksek puan alarak üniversiteyi kazananı hiç gördünüz mü? Ben görmedim. Zaten kimse de görmedi.
Dua nedir biliyor musunuz?

“Ben çalıştım ve hazırlandım yolumu açık eyle, karşıma bir aksilik çıkarma, beni başarılı kıl Ey Allah’ım” demektir.

Çalışmadan ve çabalamadan hiçbir şey ve başarı elde edilemez. Keramet ve mucize var mı? Var.

Ancak Müslüman keramet ve mucize var diye çalışmadan başarı bekleyemez. Beklerse, İslam’ı ve bu hayatı (hayattaki sünnetullah’ı) anlamamış demektir.
Sünnetullah’ı gelin bir anlayalım. Türkiye Diyanet Vakfı’nın çıkardığı İslam Ansiklopedisinde Sünnetullah şöyle açıklanıyor.

Sünnetullah:

Sözlükte “bir şeyi açıklığa kavuşturmak, iyi veya kötü yeni bir yöntem ortaya koymak” anlamındaki senn kökünden türeyen sünnet ile lafza-i celâlden oluşan sünnetullāh terkibi “Allah’ın koyduğu kanun, nizam” demektir. Sünnet ve Allah kelimeleri Câhiliye döneminde bilinmekle beraber (Lisânü’l-ʿArab, “snn” md.; Izutsu, s. 89) sünnetullah Kur’an’a has bir tabirdir. Kur’an’da sünnet kelimesindeki “sürekli, düzenli ve özgün uygulama” anlamı Allah’a nisbet edilmek suretiyle Allah’ın yaratma ve yönetmesinde öteden beri süregelen ve değişmeyen uygulamasının bulunduğuna işaret edilmiştir.

Kur’an’da sünnetullah karşılığında kullanılan diğer kelime ve terkipler “kavl, fıtrat, halk, hak, kelimetullah, kelimetü rabbik”tir. Öte yandan sünnetullahı sünen-i âmme ve sünen-i hâssa diye ikiye ayıranlar bulunduğu gibi (Karadeniz, s. 28) onu tek sünnet kabul edip geçici olarak durdurulması suretiyle mûcizelerin meydana geldiğini söyleyenler de vardır (İsmail Fenni, s. 424-427).
Hadislerde sünnet kavramı “iyi veya kötü her türlü yol, âdet ve davranış” mânasında geçer. Bazan da olumlu davranışa sünnet (Müsned, I, 191-195; İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 173), olumsuz davranışa bid‘at (Tirmizî, “ʿİlim”, 17) denilmiştir.

Özel bir anlam kastedildiğinde ise konusuna uygun isimlere izâfe edilerek kullanılmıştır. Bu kullanımın en yaygın olanı, bazan Allah ve resulünün sünneti şeklinde ifade edilmek üzere Hz. Peygamber’e nisbet edilen sünnettir. Sünnet ayrıca Cebrâil’e, Hz. İbrâhim’e, Ehl-i kitaba, önceki milletlere, Hulefâ-yi Râşidîn’e ve Hz. Ömer’e de izâfe edilmiştir (Wensinck, el-Muʿcem, II, 552-553, 555-558; krş. a.mlf., Miftâḥu künûzi’s-sünne, “snn” md.).
Buraya kadar olan açıklamalar İslam Ansiklopedisinden alınmıştır.

Evet, şurası muhakkak ki, her şeyi kurallarına uygun oynamak gerekir. Esasında sünnetullah, bir şeyin kurallarına uygun yerine getirilmesidir.
Bir futbol maçında oyuncusunuz. Kurallar belirlenmiş ve siz “bu kurallara uygun davranacağım: diyerek sahaya çıkıyorsunuz. Saha içerisinde birden durup ve hiçbir hareket yapmadan 10 dakika ya da 5 dakika bekliyorsunuz. Ne olur? Teknik direktör sizi hemen oyundan alır. Ya da oyunda beklemiyorsunuz, koşuyorsunuz, ancak oyun sırasında hile yapıyor, oyuncuyu tokatlıyor, sakatlıyor ve kafanıza göre davranıyorsunuz.

Ne olur? Hakem sizi dışarıya atar ve bir de kırmızı kart gösterip ceza verir.
Bir basit futbol maçında oyunun kuralları belirlenir de bu muhteşem hayatın, Ahiretin tarlası olan Dünya’nın kuralları belirlenmez mi? Belirlenir elbette.
Kurallar bellidir. Çalışıp çabalayacak ve sonucunu Allah’tan bekleyeceksin. Ya da bir işin kuralı neyse onu yerine getirdikten sonra onun elde edileceğini bileceksin.
Bu duruma bir Nasreddin Hoca fıkrasında örnek vereyim:
Nasreddin Hoca bir gün köyden şehre giderken etrafını köyün çocukları çevirmiş. Hep bir ağızdan “Hocam bana şehirden gelirken bir düdük al” demişler. İçlerinden bir çocuk Nasreddin Hoca’ya bir kaç kuruş para uzatarak “Hocam, bu para ile bana şehirden bir düdük alır mısın?” diye ricada bulunmuş.
Fıkranın sonunu biliyorsunuz.

Hoca akşam yalnızca bir düdük getirmiş köye. O düdüğü de parayı veren çocuğa teslim etmiş ve “parayı veren düdüğü çalar” demiş.
Evet, “parayı veren düdüğü çalar” sözündeki maksat sırf bir şeyi istemekle o iş olmaz. İstemek ile birlikte o işin gereğini de yerine getirmek gerekir. Fıkrada tüm çocuklar düdük istedi. Biz bu istemeye dua diyelim. Tüm çocuklar dua etti. Ancak bir çocuk dua ile birlikte aynı zamanda işin gereğini de yerine getirdi ve düdüğün parasını Nasreddin Hoca’ya verdi. Hoca akşam köye gelirken yalnız o çocuğa düdük getirdi. Şimdi teşbihte hata olmasın. Hatalı isem Allah affetsin. Şöyle diyorum: “Allah yalnızca bir çocuğun duasını, talebini kabul etti” diyorum.

Belki en doğrusu şöyle söylemek: “Öyleyse dua ile birlikte işin gereğini de yerine getirmek icap ediyormuş. Dua ancak öylece yerini buluyormuş.”
Çocuk parasını verse de Nasreddin Hoca o çocuğa düdüğü getiremeyebilirdi. Şehirde telaş ile düdük almayı unutabilirdi. Ya da alsa bile yolda düşürebilirdi. Ya da Hoca’nın başına bir şey gelip de o gün köye dönemeyebilirdi. Ancak Allah nasip etti ve o gün Hoca köye döndü ve çocuğa düdüğü verdi. Netice itibariyle duası kabul oldu çocuğun.
Dua iki çeşittir. 1-Söz ile dua. Buna kavli dua diyoruz. 2-Fiil ile dua. Yani çalışmak ve işin gereğini yerine getirmektir. Buna fiili dua diyoruz. Her ikisi bir arada olursa inşallah dualar kabul olur.

Yazımın en sonunda bilinen tarihi bir sözü ve bir Hadis-i Şerif’i buraya yazıyorum:
Kudüs’ün fethi için sefere çıkacakken kendisine “zafer senindir Ya Selahaddin!” nidaları ile seslenenlere Kudüs Fatihi Büyük Komutan Salahaddin Eyyubi şöyle karşılık vermiştir: “Biz zaferden değil, seferden sorumluyuz. Zafer, Allah’ın işidir. O’nun (cc) işine karışmam.”
Müslümanlar zafer bekliyorsa sefer ile ilgili tüm hazırlıkları yaptıktan sonra zaferi Allah’a bırakmalıdır.
Bu örnek olay, sefer ve zafer bütünlüğünü anlatır.

Bu Hadis-i Şerif ise tedbir ve takdir bütünlüğünü anlatır.
Sevgili Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (asm) yanına bir Bedevi geliyor. Resûlullah kendisine soruyor: -Deveni nereye bıraktın?Bedevi: -Allah’a emanet ettim. Resûlûllah kendisine şu cevabı veriyor: -Evvela deveni sağlam kazığa bağla, daha sonra Allahû Tealâ’ya emanet et.
Evet, bu hadis-i şerif’te de işaret edildiği üzere, tedbir bizim için tamamen sağlam ve doğru hareket ettikten, gereken önlemleri aldıktan sonra en sonunda tevekkül içerisinde olmaktır.

Tedbir almadan tevekkül ederek bir yere varılamayacağı gibi sırf dua ile zafer elde edilemez. Dua ile birlikte çalışma ile zafer elde edilir.

Vesselam.

Not: Elbette bu yazım da son bir kaç yazımda olduğu gibi Filistin’de zalim İsrail karşısında çektiğimiz acılar ve maalesef yenilgilerimiz üzerine mesaj içeriklidir. İsrail çalışıp çabalayıp bombalarla bize saldırırsa, biz tembel ve miskin şekilde beklersek elbette mağlup oluruz.
Ahmet Sandal

Exit mobile version