Kurban Bayramı’nın arifesinde (9 zilhicce) sabah namazından başlayarak bayramın 4. günü ikindi namazına kadar (13 zilhicce) farz namazlardan sonra toplam yirmi üç defa “AllâhüekberAllâhüekber lâ ilâhe illallâhüvallâhüekberAllâhüekber ve lillâhi’l-hamd’ cümlesini söylemeye ‘teşrik tekbiri’ deniyor.
Yani “Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Hamd Allah’a mahsustur.” diyoruz.
‘Teşrik’ Arap dilinde ‘doğuya doğru gitmek, parlamak, eti güneşe sermek, etleri doğrayıp kurutmak’ anlamlarına geliyor.
Vaktiyle bayramın birinci günü Mina’da kesilen kurbanların etleri, bayramın günlerinde güneşte kurumaya bırakılırmış. Bu sebeple bu üç güne et kurutma günleri anlamında ‘eyyam-ı teşrik – teşrik günleri’ deniliyor.
‘Tekbir’ ise “Allah’ı yüceltmek” anlamına geliyor. Mezheplerin ortaya çıkardığı bu söylem yapılmalı mı yapılmamalı mı bunun tartışmasına girmeyeceğim zira bu ümmetin ittifak ettiği bir konu. Bu yüzden de geleneksel hale gelmiş bir uygulamayı eleştirmek yersiz. Gelenek dinin önüne geçmiyorsa da yaşanmasında bir mahsur yok!
Benim merakım işin ruhsal boyutunda.
Yani dile gelenlerin, getirilsin diyen kelimelerin hayatımızdaki yansımasında.
Tekbir , “Allah’ı yüceltmek” dedik.
Peki, biz Allah’ı kuru bir söylemle nasıl yücelteceğiz?
Allah bizim söylemimizle yücelir mi?
O zaten “Yüce” değil mi ?
Evet, bu üç sorunun cevabını merak ediyorum.
Malum, “merak,ilmin hocası” diyor alimler.
Ben de bu soruların peşine düştüm “arefe” gününden beri.
Şimdi soruyorum!
Allah’ın emaneti olan ve “ahsen-i takvim” suretinde yarattım diyerek tüm yaratılmışı emrine verdim dediği insan yerlerde sürünüyor iken, bugün İslam Dünyası içinde 63 İslam Ülkesi’nin tamamında kan akıyor, barut kokusu yükseliyor ve ağıtlar arş-ı ala’ya yükseliyorken, din adına zulümler yapılıyor, insanlar öldürülüyor, kadınların ırzına geçiliyor ama buna rağmen kimseden çıt çıkmıyorken,
“Allah-u Ekber” lafzıyla insanlar din adına kurşuna diziliyor, başları gövdelerinden ayrılıyorken, kadınları kızları pazarlarda “köle” diye satılıyorken, biz sabahtan akşama kadar kuru bir söylemle “Allah büyük” desek ne olur demesek ne olur?
Gerçekten art bir niyetim yok ve inanın sadece merak ediyorum!
Kendisini ısrarla “din-ülqayyume” yani yaşamın atar damarlarında akıp giden, gitmesi gereken bir din olarak tanımlayan, adını Kur’an-ı Kerim’den alan ve asıl kelime anlamı “barış” olan bu dinde bu “kuru, ruhsuz söylem” bize ne kazandıracak?
Bu ülkede bir yılda 87 milyon kez ezan okunmuyor mu camilerden?
Evet !
Bu ezanlar bize ne katıyor? Sağırlaşmış kulaklarımıza, körelmiş vicdanlarımıza, yok olmuş basiretlerimize nasıl bir etki ediyor?
Değil yirmi üç kez, sonsuz kez “Allah büyük” demekle tüm bu necasetimiz, pisliğimiz, kader olarak addettiğimiz beyinsizliğimiz, din adına işlenen zulümler, Allah adına kıyılan canlar geri gelecek, ümmetin vicdanı dirilecek, kalplerimizdeki kir ve pas silinecek ve bu ahvalimiz düzelecekse eğer, haydi hep beraber tüm zerrelerimizle ve sonsuz kez ;
“AllâhüekberAllâhüekber lâ ilâhe illallâhüvallâhüekberAllâhüekber ve lillâhi’l-hamd’!
Hadi ordan, dil uzatmadığınız bir bu konu kaldı diyenlere soruyorum?
Var mı bize, yaşantımıza, vicdansızlığımıza, insansızlığımıza, ferasetsizliğimize, basiretsizliğimize, dünyaya olan meylimize, acınası halimize bir faydası?
Peki neden yok?
Çünkü İslâm “söylem değil, eylem” diyor.
Eylem ile söylemin birbirini yalanlamayacak diyor.
“Elin işte gözün oynaşta” olmayacak diyor.
Zira, iman etmek, “İnsani değerleri koruyarak ve yücelterek yaşamak”isteğini kabul etmek ve buna göre yaşamaktır! İman etmek demek ibadet etmeye söz vermek demek değil “İyi insan olmaya söz vermek!” demektir! İman etmek kuru kuruya ibadet etmek demek değil “iyi insan olmaya gayret etmek” demektir. İman etmek “vicdan” sahibi olmaya, “şefkat, merhamet, nezaket, adalet ve empati” ile donanmaya söz vermek demektir!
Bütün ilahi kitaplar, peygamberler ve âlimler inanmanın bir görev bir mesuliyet üstlenmek olduğunu ısrarla belirtmiş ve bu görev de “İyilikleri korumak ve yaygınlaştırmak, kötülüklere de engel olmak “olarak tanımlanmıştır!
Dolayısıyla iman etmek her şeyden önce bu görevi kabul etmektir!
Bugün maalesef bu görevi anlamayan, anlamak istemeyen veya anlatılmadığı için bilmeyen, dini yanlış anlayan Müslümanlar bir yandan iman ve ibadet ettiklerini sanarken, diğer yandan da inkâr ve küfür içinde yaşayıp gitmekte, bu iddiayla da cennet hayalleri içinde ötelere göçmektedir.
Üstelik ezberlerine karşı çıkan birini gördükleri zaman da anında zerre kadar tereddüt etmeden muhatabını anında “tekfir” ederek.
Ne olur, hayatın “pause” düğmesine bir anlık basın, başınızı ellerinizin arasına alın ve düşünün!
Eğer yeryüzünde Allah’ın en muhteşem ayeti olan 1,5 milyar insan aç sabahlıyorsa…
Afrika’da açlığın bitirilmesi için 40 milyar dolar gerekirken, dünyanın en zengin adamı 76 milyar dolar “kenz (biriktirme)” etmişse…
50 Arap zengini 250 milyar dolar “kenz” etmişken, Tunus diktatörü tonlarca altınla kaçmışken, Mısır diktatörü 66 milyar dolar yığmışken, 1.5 milyar insan mezar evlerinde yaşıyorsa…
Suudi Arabistan’da her yıl Kâbe Örtüsüne asılan iki yüz kilo saf altına ve kesilen milyonlarca ton kurban etine rağmen 3-4 saat ötesindeki Sudan’da insanlar açlıktan ölüyorsa,
Türkiye’de geçen yıl 36 olan dolar milyarderi bu yıl 52 olmuşsa,
Ortadoğu’da en zengin dolar milyarderinin Türkiye’de olduğu ortaya çıkmışken 5,5 milyon insan asgari ücretle çalışıyorsa, 41 milyon kişi kredi kartı kölesi haline gelmişse ve 13 milyon yoksul varsa…
Bilgi, iktidar ve servet, bir avuç “kavmin zenginlikten şımarmış ileri gelenlerinin” elinde bir tahakküm ve hegemonya aracı halinde dolanıp duruyorsa…
Para, altın ve gümüş tanrısı (mamon) yeryüzü egemenliğini ilan etmişse…
İlahı para, putu mülkiyet olan kapitalizm dünya dini haline gelmişse…
Para büyücüleri (bankalar) efendi, halk köle sürüsü haline gelmişse…
Sorarım size sonsuz kez “Allah büyük” demenin kime ne faydası var?
Söylemeyelim mi?
Tabi ki söyleyelim.
Ama altını doldurarak.
Sinirlerini almadan, içini boşaltmadan, ruhunu katletmeden.
Zira yukarda da arz ettim.
İslam, söylem değil eylem dinidir. İman söylem ile eylemin bileşkesinden ortaya çıkar.Söylem ile eylem birleştiği zaman hem iman edenin hayatına hem de etrafındakilerin karanlığına ışık saçar.
Yani, iyi bir Müslüman olmak için, “Allah büyük” söylemlerinin altını doldurarak her şeyden önce iyi bir insan olmak lazımdır.
Peki, bu nasıl olacak?
Tarifi çok açık…
İyilik, güzellik, doğruluk yolunda (sırat-ı müstakim) yürümekle,
Sevgi ve merhametle (rahmet) dopdolu olmakla,
Sözün namusu ile yaşamakla (sıdk),
Hakka hukuka tecavüz (zulüm) etmemekle,
Kalbi adalet ile çarpmakla,
Saf bir yürek temizliğine sahip olmakla (ihlas),
Güzel ahlak sahibi olmakla (hüsn),
Her türden kötülükle aktif mücadeleyle (cihad),
İnsanların elinden ve dilinden emin olduğu bir kişilik sahibi olmakla mümkündür.
Çünkü din ve ibadetin özünü bunlar oluşturur.
Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmak, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek vs. bunları sağlar, bunlara vesile olur, bunları doğurur. Doğurmuyorsa inandığınız din tapınak dini, ibadetiniz ise sadece bir tüccarın ibadetidir.
Hatırlayın Uhud’u…
Ne demişti Alemlere rahmet olan?
“Okçular yerinizden ayrılmayın!”
Hadi alın ve bu nebevi haykırışı zamanımızın kalbine üfleyin!
Neden ayrılmayın?
Çünkü, siz ayrılırsanız Hamza’lar şehit düşecek meydanlarda.
Hint’lerin öfkesi ve kini dünyayı esir alacak.
Ebu Süfyan’ların develerinin sırtındaki “yük” dünyanın “şerefi” olacak.
Ebubekir’lerin sıdkı tarihe karışacak.
Ömer’lerin adaleti yetimin, kimsesizin, mazlumun, sahipsizin, ezilmişin, yolda kalmışın gözlerine değil; muktedirlerin iki dudağına hapsolacak!
Fitne hakim olacak ve Osman’ların kanı mushafa bulaşacak.
Ali’leri meydanlarda yıkamayanlar hırsın zehirli oklarıyla meydanlara çıkacak.
Ebuzerr’lerRebeze’lerde yalnızlığın yetimliğine mahkum edilecek.
Alemlere rahmet olanın tevazusunun karşısına Muaviye’lerin görkemli sarayları inşa edilecek!
Hasan’lara ihanetin zehri içirilecek.
Hüseyin’lereKerbela’larda tuzaklar kurulacak.
Ebu Leheb’ler asırlar dolaşacak.
AYRILMAYIN!