Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
AHMET SANDAL

FAKİRDİK AMA MUTLUYDUK

Birçok yerde, birçok kez duyuyoruz. “Her şeyimiz var, ancak ağzımızın tadı yok.”

Muhtelif sohbetlerde siz de duymuşsunuzdur. “Efendim, mutlu değiliz, evimiz, arabamız, dükkanımız, bağımız-bahçemiz var, ama bir doyumsuzluk var, tatminsizlik var, huzursuzluk var, mutsuzluk var.”

Evet, sonuçta halimizden memnun değiliz. Şöyle bir geçmiş günlerime baktığımda, kendi durumuma baktığımda, eskiden ailemizin yaşadığı yıllara, Kahramanmaraş Pazarcık’taki aile ortamına baktığımda gerçekten de mutluyduk, huzurluyduk.

Çocukluğumda fakir bir ailede olmama rağmen huzur dolu bir yuvamız vardı. Huzur dolu bir ailemiz vardı. Fakirdik, ama mutluyduk.

Şimdi şehirlere bakıyoruz, dev apartmanlara bakıyoruz, koca koca beton bloklara bakıyoruz, şunu görüyoruz insanlar mutsuzlar.

Bu kesin bir gözlem mi? Doğru bir tespit mi? Sosyal bilimlerde yüzde yüz kesinlik yok. Ancak büyük bir çoğunlukla bu böyle.

Evet, insanlar mutlu değil. Tespit böyle, gözlemimiz bu.

Peki, bu durumun sebeplerini nelerdir? Efendim, insanlar niye mutlu değiller? Niye mutsuzlar? Tabi bu sorularım gözlemlediğim mutsuzlar içindir. Mutlulara bir diyeceğim yok.

Evet, mutsuzlar olarak bunu kendi kendimize sorduğumuzda cevapları da kendimiz verebiliriz. Mutsuzluk derken de çocukluğumuzu ve önceki yılları kastederek bir milat ve başlangıç alıyoruz. Yoksa eskiyi ve çocukluğumuzu düşünmezsek sorun yok.

Öncelikle şu net bir şekilde ortaya çıkıyor ki, biz bir kıyaslama yapıyoruz.

Evet, şimdi düşünelim, çocukluğumuzda nasıl bir ortamdaydık? Şimdi nasıl bir durumdayız? Bir kıyaslama yapalım.

Evet, bir çocukluğumuzda yaşadığımız o yıllara, o güzel günlere bakalım ve bir de şimdi yaşadığımız bu günlere bir bakalım.

Benim açımdan çok büyük fark var. Neredeyse devasa bir uçurum var. Nasıl mı?

Efendim, bizim yaşadığımız o yıllarda öncelikle ailelerde sevgi saygı, kuvvetli bir iletişim, büyük yardımlaşma ve dayanışma vardı. Yaşadığımız bu çağda,  yeni bir kavram çıkardılar. “Aile içi iletişim.” Ne demek aile içi iletişim? Ailenin kendisi zaten baştan başa iletişim ve baştan başa adab-ı muaşeretin ilk öğretildiği yer değil mi?

Çocuk, ebeveyn ve aile fertleri kendi aralarında iletişimi sağlam tutup hayata yönelik ders, bilgi ve gerekli kuralları, ahlak ve edebi öğrenemezlerse zaten binanın temelleri baştan çürük atılmaz mi?

Ancak, her yerde iletişim sorunu olduğu gibi aile içinde de iletişim sorunları mevcuttur. Bu durum da işte adab-ı muaşeretin öğretilmesini engelliyor. Baba, çocuk ile iletişim ve sohbet ortamı bulup da anlatmak istediğini anlatamıyor. Çünkü iletişim kopuk.

Gerçi iletişim birçok yerde kopuk. Sırf ailede değil, birçok yerde kopuk.

Uzmanlar, bilim adamları, işte bunu gündeme getiriyor.

Aile içi iletişim, kurumlarda çalışanlar arası iletişim ve toplumda fertler arası iletişim sorunları bu çağın en büyük sorunudur.

Günümüzde herkes ayrı bir Dünyada. Cep telefonları, internet, televizyon programları, sanal oyunlar ve insanı aile ve toplumdan kopartan her şey iletişim engelidir.

Ailede, bir evde, beş kişi varsa, beş ayrı Dünya var. Çocuklar ayrı Dünyada, Baba ayrı Dünyada, Anne ayrı Dünyada. Ailede böyle bir kopukluk var.

Niye farklı dünyalar var? Onu ortaya koymamız lazım. Bunu çok açık bir şekilde gözler önüne sermemiz lazım.

Aile içi iletişim uzmanlarının ifade ettiği bir gerçek var. “Bir ailede, bir evde akşamları ne kadar fazla odada elektrik ışıkları yanıyorsa, orada, aile içi iletişim o derecede kopuktur.”

Dört kişinin yaşadığı bir ev, bir aile düşünün. O evde, dört odada ışık yanıyorsa,  demek ki iletişim orada dörtte birdir. İletişimin dörtte dört olması için tek bir odada ışık yanacak ve tüm aile fertleri bir odada olacaktır. Gerçi öyle hale geldik ki, herkes aynı odada olsa da iletişim sıfır olabiliyor. Herkes o odada cep telefonu ile ilgilenirse ve kimse kimseyle sohbet etmezse iletişim sıfırdır.

Peki, bir toplumda aile içi iletişim nasıl artıracağız? Nasıl geliştireceğiz? Bu yetmez, tüm toplumda fertler arasındaki iletişimi nasıl güçlendireceğiz?

Bir ailede herkes belirli vakitte bir odada bir araya gelerek sohbetler etmelidir. Herkesi bir ilgi alanında ve ailenin sorunun çözümüne ve geleceğin daha iyi nasıl olacağına dair bir hedefe doğru yöneltilecek. Yani ailenin Annesi gece-gündüz televizyondaki gerekli-gereksiz tüm programları izlemeyecek. Ailenin Babası bilgisayarda, internette gezinmeyecek. Ailedeki çocuklar sanal oyunlarda vakit geçirmeyecek.  Ne yapacaklar peki?

Örnek vereyim. Ailedeki tüm fertler günün belirli vakitlerinde kitap okumalıdır. Herkes kendi fikirlerini açıklamalı ve fikir jimnastiği yapmalıdır. Çocukların görüş ve fikirlerine öne verilmelidir. Yani “sen küçüksün, sen bilmezsin” anlayışsızlığı terkedilmelidir. Mesela, yemek yeme süresi ve mutfakta yemek yerken bir arada bulunma süresi uzun tutulmalıdır. Evdeki herkes masaya çağırılır, istediği bir konuda fikir beyan ederek fikir jimnastiği sağlanır. Herkesin görüşlerini hürce söylemesi hususuna dikkat edilmelidir. Baskıcı ve dışlayıcı tavırlarından kaçınılmalıdır.

Bunlar ve buna benzer hususlar iletişimi geliştirme yöntemleridir.

Şimdi bu yazıda buraya kadar aile ve toplumdaki iletişime ağırlık verdim. Aile içi iletişimsizlik ve iletişim kopukluğu bir mutsuzluk sebebidir.

Mesela ben Pazarcık’ta, Kahramanmaraş’ın bir şirin ilçesinde (maalesef, 2023 Şubat ayındaki depremde yıkılan ilçemizde) doğdum ve 17 yaşında kadar bu ilçede yaşadım, çocukluğum ve gençliğimin bir kısmı orada geçti. Çocukluğumuzda evimiz iki odalı çok küçük bir mekandı.

Benim en mutlu yıllarım işte çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği yer olan Pazarcık’ta geçti.

Çocukluğumuzda niye mutluyduk?

Hemen cevaplayayım. Çocukken hepimizin neredeyse her anı, günümüzün büyük kısmı aynı mekanda geçti. Bu da bize büyük bir mutluluk verirdi.

Çocukluğumda o zaman bize zor gelen o iki odalı ev meğer bir nimetmiş.

Bize o yıllarda sıkıntı gelen ve sorun sandığımız küçük ev meğerse bir nimettir.

Şu anda bende özlemdir, küçük bir evde hatta, 1+1 bir dairede yaşamak benim için bir hedeftir. Emeklilik vakti yaklaşanlara sorulduğunda, birçoğu yazlık ve denize nazır bir evde yaşamak ister. Benim de emekliliğim yaklaştığı bu günlerde hayalim ve hedefim ne yazlığı, ne tatil yeri, hiçbirisi değil. Benim özlemim 1+1 evde yaşamaktır. O evde kitaplarım olsun yeter. Benim bu hayalimin nedeni elbette yazar ve şair bir karakterim olmasındandır. Emekliğimde yalnızca kitap yazmak istiyorum. Bana 1+1 ev yeter.

Emekliliğimde tefekküre yoğunlaşmak istiyorum. Olur inşallah.

Ancak, topluma baktığımız zaman, durum ve istek böyle değil. İnsanlarımız kanaatsiz olmuş. İnsanlarımıza bırakın 3+1 değil, 4+1 bile yetmiyor, İnsanlar 5+1, 6+1 daire istiyorlar.

İşte mutsuzluğumuzun bir sebebi de kanaatsizligimizdir. Lüks düşkünlüğü ve harcama eğilimleri bizi devamlı mutsuz eyliyor. Devamlı harca, devamlı tüket. Bunun sonu yok.

Bu toplumda komşuluklar kalmadı. Toplumda selamlaşma alışkanlığı kalmadı.

Bunlar da mutsuzluk sebepleridir.

Mesela biz çocukken komşuluklar çok yoğundu. Mahallemizde komşularla her daim haşir-neşirdik. Piknikler ve kır gezileri yapardık. Her sene Hıdrellez günlerinde mutlaka komşularımızla kır gezisine giderdik.

Kalmadı böyle güzel etkinlikler.

Dev apartmanlar arasında, beton yığınları arasında adeta nefes alamıyoruz. Apartmanlarda herkes kabuğuna çekilmiş durumda. Herkes bireyselleşmiş durumda.

Bireyselleşme ve herkesin kabuğuna çekilmesi mutsuzluk sebebidir.

Apartmanda komşularımızdan bigane durumdayız. Komşu hasta mı, öldü mü? Haberimiz yok.  Yan komşudan tabut çıkıyor, ne başsağlığı, ne taziye ziyareti, hiçbir şey yok.

Eskiden böyle miydi? İşte bizim çocukluğumuzda evler genelde tek katlıydı ya da en fazla iki kat evler vardı. Ben mahallemizde yani mahallemizin o uzun sokağında neredeyse 500 metre, 600-700 metre ileride evi olan komşularımızı tanırdık. Şimdi o yıllardan sonra, işte günümüze geldiğimizde Pazarcık’ta bizim evin karşısına dev gibi bir apartman yapıldı. Aynı mahalledeyiz, aynı sokaktayız, o apartmanda 40 aile var, kim var, kim yaşar bilmiyoruz.

Eskiden, çocukluğumuzdaki mahallede 700 metre İlerideki komşumuzu tanırken, şu an evimizin karşısında 10 metre ilerideki apartmanda yaşayanları tanımıyoruz.

Pazarcık aynı, sokak aynı, mahalle aynı, değişen şu, apartmanlar çoğaldı. Apartmanlar çoğalınca komşuluklar azalıyor.

Bu toplumda menfaatçılık da arttı.  Menfaatçı toplumlarda insanlar mutsuzdur. Rahmetli Fuzuli, bundan 500 yıl önce yaşamış Şair Fuzuli diyor ki, “selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar.” Yani, Şair diyor ki, toplum menfaatçi olmuş, toplum kendisine faydası olmayana selam dahi vermiyor.

Böyle bir toplum artık günümüzde de geçerli. İnsanlar kendilerine faydası olmayana ve menfaati olmayana selam dahi vermiyorlar.

Bu da mutsuzluk sebebidir. İnsanlar birbirlerini karşılıksız ve menfaatsiz severlerse mutluluk olur. Aksi halde menfeatçılık olur.

Sözü uzatmaya gerek yok, “eskiden insanlar sevilir, eşyalar kullanılırdı. Şimdi bu sözde çağdaş toplumda, durum tam aksidir. İnsanlar kullanılıyor ve eşyalar seviliyor. İnsanların değil de eşyaların sevildiği bir çağda mutluluk ve huzur olmaz.”

Vesselam.

Ahmet SANDAL

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER