Dağ, üç harften oluşan küçük bir kelime. Dağ, kelime olarak küçük olsa da, hem keyfiyet (nitelik), hem kemiyet (nicelik) olarak büyüktür. Dağ keyfiyet olarak büyüktür.
Hemen hemen her insanda heyecan, coşku, gizem, sır ve sessizlik çağrıştırır. Dağ, bilinmeyeni anlatır ve insanı korkutur. Dağlar, geçit vermediği ölçüde insana, heyecan ve coşku verir. Dağlar, azamet ve heybetiyle kendisini hissettirir. Dağlar, zirvesine ulaşılamadığı ölçüde gizemlidir, esrarlıdır. Dağlar, esasta bir bütün olarak sessizliğin ve korkunun kaynağıdır. Bu saydığım hususlar, dağın nitelik olarak büyüklüğünü anlatır. Niceliğe gelince, bunu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Dağ, zaten, azamet ve heybeti temsil eder.
Dağ, konusuna neden değindim. Gönül insanı Muhsin Yazıcıoğlu’na geçit vermeyen Berit Dağları, Keş dağlarından dolayı. Berit Dağları, Keş Dağları da keyfiyet ve kemiyetçe büyüktür.
Nerede bu dağlar? Bu iki dağ esas itibariyle Torosların birer uzantısıdır. Toroslar nasıl bir azamet ve heybet abidesi olarak Ülkemizin Batı’sından Doğu’suna doğru uzanırsa, Berit ve Keş Dağları da Kahramanmaraş’ın kuzey cephesinden itibaren Doğu’ya doğru uzanır, gider. Torosları çoğumuz bilsek de, Berit Dağlarını, Keş Dağlarını Ülkemizde çoğu kimse yeni duymuştur. Bir Kahramanmaraşlı olarak bu dağları, sinesinden coşup kaynayan buz gibi sularını, binlerce çeşit bitki örtüsünü, sert iklimini, çok iyi biliriz biz. Belki, bundan sonra, Berit Dağı denildiğinde, Keş Dağı denildiğinde, heybetli, azametli yapısı, aşılmaz duvar misali özelliği yanında, Muhsin Yazıcıoğlu da akla gelecektir. Muhsin Yazıcıoğlu denildiğinde de Berit ve Keş Dağları akla gelecektir.
Dağlar aşılmazlığı, azameti ve heybetiyle ne kadar heyecan, coşku, hatta korku verse de, bir insanın bir dağı aşamaması ve dağda mahsur kalması elbette, çok hüzün verici ve oldukça duygu dolu bir durumdur. Bu hüznü, bu duyguyu en son Muhsin Bey ve helikopterdeki yol arkadaşlarının başlarına gelen olayda yaşamış olsak da, esasında bu hüznün, bu duygunun birçok örneklerine çeşitli zaman ve tarihlerde rastlamak mümkündür. Bizim açımızdan en fazla bilineni ve bizi en fazla hüzne boğanı, 1. Dünya Savaşı sonrasında, Allahûekber Dağlarında karlara saplanan ve orada şehit olan binlerce Mehmetçik’tir. Bunun gibi hüzün ve acı veren birçok olay yaşanmıştır elbet.
Hüzünlü bir dağ hikayesi de, Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları adlı şiirinde yer alır. Han Duvarları adlı o şiiri ne zaman okusam, Maraşlı Şeyhoğlu’nun durumu beni hüzünlendirir ve duygulandırır. Faruk Nafiz Çamlıbel, Han Duvarları adlı şiirinde Maraşlı Şeyhoğlu’nun duvara kazınmış sözlerine yer verir. O sözler şöyle başlar: “On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan,Baba ocağından yar kucağından,Bir çiçek dermeden sevgi bağından,Huduttan hududa atılmışım ben”. Duvardaki sözler şöyle devam eder: “Gönlümü çekse de yârin hayali,Aşmaya kudretim yetmez cibali,Yolcuyum bir kuru yaprak misali, Rüzgârın önüne katılmışım ben”. Üçüncü dörtlükte bu garip kendisini tanıtıyor:”Garibim namıma Kerem diyorlar, Aslı’mı el almış haram diyorlar,Hastayım derdime verem diyorlar,Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben”. Maraşlı bu garip yolcunun, yolculuğu nasıl bitiyor diye soracak olursanız, hemen cevap vereyim. İyi bitmiyor, garibim vuslata eremiyor, yolunun üzerindeki o dağı aşamıyor. Bu sonucu öğrenmeden bile, Faruk Nafiz Çamlıbel, şiirinde haykırıyor ve diyor ki; “Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı! Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!” O dağı aşamadığını Hancı ifade ediyor ve diyor ki; “Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!” Şiirin o kısmı tam olarak şöyledir: “Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu:”Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?”Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,Dedi: “Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!”
Dağları aşamamak ve vuslata erememek. Çok çok zor ve çok çok acı bir durum. Allah kimsenin başına vermesin. İşte en son, Ülkemizin yetiştirdiği Değerli İnsan, Gönül Eri Muhsin Yazıcıoğlu Bey’in ve yol arkadaşlarının başına geldi böyle bir olay. Helikopterle Çağlayancerit’ten yola çıktılar, ama Berit Dağlarına, Keş Dağlarına takılıp kaldılar, varacakları yere varamadılar. Karla kaplı bir alanda günlerce mahsur kaldılar.
Evet, Muhsin Yazıcıoğlu Bey’in ve yol arkadaşlarının başına gelen bu acı kaza, bende Han Duvarları adlı şiirindeki hüzne benzer bir hüznü ve acıyı çağrıştırdı. Neticede, Muhsin Bey de, Maraşlı Şeyhoğlu gibi talihsizmiş. Bundan dolayıdır ki, “ha Maraşlı Şeyhoğlu, ha Sivaslı Yazıcıoğlu” diyorum. Her ikisine de rahmet diliyor ve her ikisinin de İnşallah ahirette sevdiklerine kavuşmasını Cenab-ı Hakk(cc)tan niyaz ediyorum.
Not: Bu yazı 10 sene önce yazılmıştır. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehadetinin 10. Yılında tekrar yayınlamak kısmet oldu.
YORUMLAR