Çocukluğumda duyduğum bir mühim ve hâlâ hatırımda olan bir sözdür: “Zekat, namaz emrinin geçtiği birkaç ayette peş peşe emredilmektedir.”
Bir vaaz sırasında çocukken bir hocadan duyduğum ve zihnimde yer eden bu söz elbette mühim bir gerçeğe işaret etmektedir. O gerçek şudur: “Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetlerde namaz emrinin hemen peşinden zekat emri de gelmektedir.”
Bu ayetleri yazımın içeriğinde zaten aşağıda okuyacaksınız.
Benim dikkat çekmek istediğim husus şu: “Namaz ile birlikte emredilen zekat, bu Ümmet içerisinde namaz kadar gündemde midir?”
Sorunun cevabı elbette çok açıktır. Zekat, Ümmet-i Muhammed arasında elbette namaz kadar gündemde değildir.
İslam’ın beş şartını, kelime-i tevhidi, namazı, orucu, haccı ve zekatı, bu Ümmetin beş evladı olarak görürsek, maalesef, şu üzücü durum çok açık bir gerçektir. “Zekat, bu Ümmetin üvey evladı gibidir.”
Bir önceki yazımda kendimi bir Garip Seyyah gibi düşünüp de cadde ve sokaklar ile şehrin meydanlarında “Ey namaz kılanlar! Neden miskini ve yoksulları gözetmiyorsunuz” şeklinde bir haykırış içerisinde tahayyül etmiştim ya, o tahayyülümü bu yazıda da sürdürüyorum.
Bir Garip Seyyah gibi yine şehrin işlek caddelerinde ve meydanlarında dükkan sahiplerine, zenginlere sesleniyorum: “Zekattan ne haber? Zekatlarınızı veriyor musunuz? Namaz kılıyorsunuz da zekat konusunda aynı hassasiyete sahip misiniz?”
Ey insanlar şu ayet-i kerimeyi dinleyin: “Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.” Evet, Yüce rabbimiz (cc), Al-i İmran Suresi 92. ayette aynen böyle buyurmaktadır.
Bu açık beyana karşılık, Müslümanlar oruca, namaza, hacca ve tevhid kelamına gösterdiği hassasiyetin aynısını maalesef, zekat için göstermiyorlar. Zekat, sanki İslam’ın bir şartı değilmiş gibi, nedense göz ardı ediliyor.
Yukarıda da belirttim, Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde namaz ve zekat peş peşe hatırlatılıyor ve peş peşe emrediliyor.
İşte namaz ve zekatın peş peşe hatırlatıldığı ve emredildiği dört ayet-i kerime: “Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve rüku edenlerle birlikte siz de rüku edin.” (Bakara Suresi, 43) “Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.” (Maide Suresi, 55) “Eğer onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekatı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.” (Tevbe Suresi, 11) “Dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve elçiye itaat edin. Umulur ki, rahmete kavuşturulmuş olursunuz.” (Nur Suresi, 56)
Evet, bu açık gerçeğe dikkat çektim. Namaz ve zekat ikiz kardeştir.
Namazın kardeşi zekat iki yönden bir toplumun kurtuluşuna vesile olur. Birincisi, kişi sevdiği malından ve servetinden infak eder, yani zekât verir. Böylece kendisi iyilerden olur. İyi ve doğru insan olan kişi bu hareketiyle, yani zekat vermekle aynı zamanda toplumda kardeşliğin, yardımlaşmanın ve sosyal adaletin de tecelli etmesine vesile olduğu için bu da ayrı bir kurtuluş ve kazançtır. Kişiler servetlerinden infak ettikçe, sadaka ve zekat verdikçe cimrilik hastalığından kurtulurlar.
Evet, zekat gibi sosyal yardımlar, kişiyi cimrilik hastalığından kurtarır ve ona kendisini Allah ve insanlar katında yüceltecek cömertlik vasfını kazandırır.
Sahabeler zekat konusunda büyük hassasiyet içerisinde olmuşlardır. Sahabeler zekat konusunda hassasiyet içerisinde oldukları gibi, sadaka, infak, yardımlaşma ve iyilikte bulunma hususunda da çok büyük örnek davranışlar göstermişlerdir. Hazreti Ömer (ra) şöyle anlatıyor: “Hazreti Peygamber (asm) bir gün bizlere sadaka vermemizi emretti. O sıralarda mal bakımından oldukça zengindim. Kendi kendime “Eğer Hazreti Ebu Bekir’i geçebilmem mukadderse ancak bugün olabilir” dedim ve malımın yarısını getirdim. Hazreti Peygamber (asm) “Aile efradına bir şey bıraktın mı?” diye sordular. “Evet, onlara da bir şeyler bıraktım” dedim. Ne kadar bıraktığımı sorduklarında da “Bunun kadar da onlara bıraktım” cevabını verdim. Biraz sonra da Ebu Bekir (ra) geldi ve “tüm mal varlığını sadaka olarak getirdi.” Hazreti Peygamber (asm) ona sordu da “Ey Ebu Bekir! Sen aile efradına ne bıraktın?” O da, “Onlara, Allah’ı ve onun Resulünü bıraktım” dedi. Bunun üzerine onu hiçbir zaman geçemeyeceğimi anladım.”
Bu sözlerle, bir Garip Seyyah misali ben de herkese ve özellikle de dükkanlarında oturup büyük paralar kazananlara seslenerek “zekatı hatırlatıyorum”.
Bu sözlerle bir gerçeği hatırlatıyorum, ancak bu Garip Seyyah şunun farkında, “durum Sahabe Asrından fersah fersah uzaktır. Günümüzde ne sadaka, ne de zekat hakkıyla veriliyor.”
Bir toplumda zekat hakkıyla fakirlere verilse, o toplumda fakir kimse kalmaz.
Bir Garip Seyyah misali sesleniyorum. Şu son sözümle sizleri artık tefekkür çağırıyorum ve sözümü burada bitiyorum.
“Yalnızca iman ettim demekle insan kurtulamaz. İmanın tezahürlerini görmek istiyor Yüce Rabbim. O tezahürler, namaz, oruç, hac, tevhid kelamı olduğu gibi aynı zamanda zekattır. O zekat ki, Allah’ı sevdiğimizin bir göstergesidir. Seven, sevdiği için fedakarlık eder çünkü.”
Ey zenginlerin ben sizleri, Allah’a sevginizin bir göstergesi olarak zekatınızı vermeye çağırıyorum.
Vesselam.
Ahmet Sandal
YORUMLAR