Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
AHMET SANDAL

Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şiiri Temelinde Bir Kahramanlık Destanı’nı Anlamak

Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şiiri Temelinde Bir Kahramanlık Destanı’nı Anlamak

Tarihimizde nice fetihler, nice zaferler ve nice savunmalar, elhamdülillah, göğsümüzü kabartmaktadır. Bundan sonra, gelecekte başka zaferler olmasa dahi, tarihimizin şu ana kadar olan kısmı bize haklı gurur için yeter. Ancak, yeni zaferler de elbette şarttır. Yeni zaferler Türk ve İslam Dünyası için moral ve heyecan kaynağı olacaktır. Bu nokta itibariyle elbette bu gönlüm, elbette bu yüreğim yeni zaferleri iştiyakla beklemektedir. Olur inşallah.

Evet, tarihimizdeki başarılarımız, kahramanlıklarımız bize unutulmaz birer gurur sahifeleridir. Bir Malazgirt Zaferi, bir Mohaç Zaferi, bir İstanbul’un Fethi, bir Çaldıran Zaferi, bir Preveze Deniz Zaferi, bir Plevne Savunması bir anda aklımıza gelen başarılarımızdandır. Daha bu başarılar gibi Asya, Avrupa ve Afrika’daki nice ve nice nice zaferler, kara ve deniz savaşlarında aldığımız başarılar, bize sonsuza dek ışık tutacak ve haklı bir onur yaşatacaktır. Tarihimizde 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi, bize, bu belirttiğim zaferler ve fetihlerle birlikte bir ulu zirve, bir büyük gurur sahifesidir.

Bu yazıda bu zirve ve bu gurur sahifesi hakkında yalnızca Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şiiri temelinde bilgiler sunacağım. Zaten, Çanakkale hakkında en az 10 köşe yazısı yazdığımı, en az 5 şiir yazdığımı hatırlıyorum. Bu sefer bir şiir temelinde yazı yazmaya niyetlendim. Haydi hayırlısı.

sandal

Bu noktada şu hususu hassaten belirtmek istiyorum. Bir kişi Çanakkale Zaferi hakkında hiçbir şey duymamış olsa dahi, Mehmet Akif Ersoy Üstadımızın Çanakkale Şiirini okusa, o kahramanlık destanını ana hatlarıyla anlamasına yetecektir. Bunu hassaten belirtmek istiyorum.

İşte eşsiz bir şiir ve eşsiz bir Çanakkale Zaferimiz. (Şiirin tamamını değil, kendimce önemli gördüğüm kısımlarını sunuyorum)

Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünya’da eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi

Kesinlikle böyle bir savaşın Dünya’da eşi benzeri yoktur.

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya –

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde – gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”

Avrupalıların, Batılıların,               “tek dişi kalmış canavarların” meşum, pis, alçak yüzlerini o savaşta çok yakından gördük.

Eski Dünya, yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer

Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer!

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,

Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;

Sade bir hadise var ortada: vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela..

Hani tauna da züldür bu rezil istila.

Ah, o yirminci asır yok mu, o mahluk-u asil,

Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyle sefil.

Tüm Dünya sanki toplanıp da üzerimize çullandılar. Bir de 20. Asır derler, çağdaşlık derler, modern Dünya derler ya! Hepsi de birer hikaye, hepsi de birer aldatmaca. Tek bir gerçek var. Avrupalı, Batılı güçten ve kuvvetten anlar. Onlar zaten Irak’ta da, Afganistan’da da, mazlum Afrika, gariban Afrika topraklarında asırlardır zulüm işlemişlerdir.

Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz..

Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz!

Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,

Öyle müthiş ki: eder her biri bir mülkü harab.

Kimse Avrupa’dan, Batılılardan insaf beklemesin. Onlara karşı mücadele ancak güçlü silahlarla ve onlar gibi, hatta onlardan fazla teçhizata sahip olmakla gerçekleştirilir.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,

O ne müthiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer..

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak

Boşanır sırtlara, vadilere sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Her şey çok açık! Sözler çok net! İlave bir açıklamaya gerek yok.

Bu göğüslerse Hüda’nin ebedi serhaddi

“O benim sun’-u bediim onu çiğnetme!” dedi.

Asım’ın nesli, diyordum ya, nesilmiş gerçek,

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek!

Asım’ın nesli, işte bu iki kelime bizim vizyonumuz, bizim misyonumuz bu sözlerde saklı. Ey Türk Genci! Senin görevin Asım’ın nesli olmaktır.

Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar..

O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar.

Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Birçoğumuzun yüreğini titreten bir hitap işte bu: “Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!” Vatan bir hilal ise, o hilal için nice yiğitler can veriyor. Daha da nice yiğitler can verecek. “Alem’de şer, Oğuz’da er tükenmez.”

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki  kanın kurtarıyor Tevhid’i.

Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

“Gömelim gel seni tarihe!” desem, sığmazsın.

Şiirin bu bölümündeki kıyaslama, yani, “Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi” sözü, bizim için en büyük zirve, en ulu bir zirvedir. Sevgili Peygamberimizin (asm) ordusu, İslam’ın sancağını yere düşürmeyen ve zirvelere çıkartan Bedir Harbi’nin kahramanları ile Çanakkale’de savaşan Türk Askerlerini denk tutmak, belki de bazı kimselerin anlamayacağı bir kıyaslama olsa da, biz anladık. Elhamdülillah.

“Bu taşındır” diyerek Kabe’ yi diksem başına,

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına.

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle,

Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan

Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsam oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana.

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

Ne kadar anlatsak da, Çanakkale Zaferini bizlere hediye eden kahramanları, o mübarek şehid ve gazileri anlamamız ve tam olarak tanıtmamız mümkün değildir. Onlar anlatılamaz, onlar zirvelerde, bir neredeyiz, onlar nerde! Onları anlamak, ancak yürek işi, ancak idrak işidir.

Sen ki,  son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili Sultanı Salahaddin’i,

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran.

Sen ki, İslamı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki asara gömülsen, taşacaksın.. Heyhat!

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat.

Selahaddin Eyyubi, Kılıç Arslan, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim ve aynı ruha, aynı azme sahip daha niceleri bizim örnek alacaklarımızdır.

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber

Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmed Akif Ersoy Üstadımız şiirin en sonunda en ulu bahtiyarlığı ve en büyük talihin ne olduğunu açıklıyor. Sözün bittiği yer. Başka söze ne gerek var ki!

Ahmet Sandal 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER